Hayata Bakan Pencerelerimiz

‘Vaktiyle Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli insan toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkanı yoktu. Bu karanlıkta fil’e ellerini sürmeye başladılar. Birisinin eline kulağı geçti, ‘fil bir yelpazeye benzer’ dedi. Diğerinin eline hortum geçti ‘fil bir oluğa benzer’ dedi. Başka birisinin eline bacağı geçmişti, dedi ki ‘fil bir direğe benzer. Bir başkası ise sırtını elledi ve ‘fil bir taht gibidir’ dedi. Herkes neresini elleyip ne sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. Biri “a” derken öbürü “b” diyordu. Herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerinde bu kadar aykırılık olmazdı.’ (Mesnevi 3/2122)1

Aynı olayları yaşayan insanlar olarak neden benzer olaylar karşısında farklı tepkilerde bulunuruz ki? Başka bir ifadeyle aynı sayılacak bir yaşantıyı yaşayan herkes neden benzer duyguları hissetmez ve de benzer şekilde tepki göstermez ki? Duyguları ve davranışları neden farklılaşır ki? Ya da yaşanılan duygular aynı olsa bile bunların yoğunluğu/şiddeti ve yaşanılan süresi ile yine sonrasında ortaya konan davranışlar açısından neden bir farklılık gözlenir ki? Örnek verecek olursak, telefonda konuştuğu arkadaşının “senin gibi bir ‘arkadaşım’ olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum” demesi karşısında neden bir insan çok mutlu olurken aynı olayı yaşayan başka birisi bir burukluk yaşar ki? Yine hocasından veya iş yerindeki amirinden son zamanlardaki performansının takdir edilmesi karşısında bir öğrenci veya bir çalışanın mutlu olması beklenirken neden bu mutluluğu yaşayamayıp da tam tersi bir şekilde üzüntü yaşar ki? Ya da bu kişi sevgisinden ayrılan veya eşinden boşanan birisi veyahut şu anda bu yazıyı okuyan birisi olsun. Bu olayları yaşayan kendinizde dahil olmak üzere birbirinden farklı duygusal ve davranışsal tepkilerde bulunacağını düşündüğünüz en az 3 kişiyi hayal ederek bu kişilerin bu olaylar karşısında nasıl tepkide bulunabileceklerini isterseniz bir zihninizde canlandırın. Bu kişilerin benzer gibi gözüken bu yaşantılar karşısında aynı duygusal ve fizyolojik tepkileri vermediklerini, benzer duyguları yaşasalar dahi yoğunluklarının bile aynı olmadığını ve sonrasında ortaya koydukları davranışları açısından da yine farklılaşabildiklerini herhalde rahatlıkla görebilmektesiniz. Peki neden aynı olayları yaşayan kişiler böyle birbirlerinden çok farklı olacak tepkilerde bulunmaktadırlar? Bu konuda önemli bir başyapıt da olan ‘Rashomon’ isimli eski bir filmi de gündeme getirebiliriz. “İnsanoğlunun zaafları üzerine kurulmuş bu psikolojik dramda, 12. yüzyıl Japonyasında karısıyla birlikte ormandan geçmekte olan bir samuray bir haydutun saldırısına uğrar ve öldürülür, karısı ise tecavüze uğrar. Haydut yakalanır ancak onun ifadesi ile kadınınki taban tabana zıttır. Olayı çözmesi için devreye giren bir medyumun vasıtasıyla ölen samuray da yine tamamen tamamen farklı bir hikâye anlatır. Cesedi bulan oduncunun ifadesi ise hiçbirisininkine uymaz. Aynı suçun dört çelişkili ama bir o kadar da inandırıcı olarak anlatıldığı, yani herkesin ‘gerçeği’ nin farklı olduğu bu olayda kim doğruyu söylemektedir? ‘Gerçek nedir?’ Gerçek var mıdır?”

İnsanoğlu zayıftır, o yüzden yalan söyler. Hatta kendine bile!’

‘İnsanlar kötü şeyleri unutmak ve yalan da olsa iyi şeylere inanmak ister. Böylesi daha zahmetsizdir.’

İnsanlar yaşadıkları bir olayı algılarken, algıladıkları bu olaylara aslında kendi baktıkları bakış açılarından bir diğer ifadeyle hayata bakan pencereleri çerçevesinde bir yorum getirmektedirler. İşte yaşanılan bu olaylar karşısında bireylerin farklı bakış açılarına sahip olmaları, kendi pencerelerinden bu olayları yorumlayıp değerlendirmelerine yol açmakta ve bu yorumlama sonrasında da farklı çıkarımlarda bulunulabilmektedirler. Özetle; yaşanılanlar aynı olsa bile yaşantılanılanlar farklı; çünkü olayların bireyler açısından anlamı, algılanması, değerlendirilmesi, yorumlanması sahip oldukları bakış açılarına göre şekillenmektedir. Bir açıdan zihnimizi dışardan alınan verilerin işlendiğini bir sisteme, fabrika gibi bir mekanizmaya benzetebiliriz. Eğer bu sistem verileri doğru bir şekilde işleyip değerlendirse herhangi bir sorun yaşanmazken; diğer taraftan bu sistemin doğru bir şekilde çalışmaması ise, yaşam olayları karşısında sağlıksız olumsuz duyguların (çökkünlük, karamsarlık, mutsuzluk ve de umutsuzluk gibi) yoğun bir biçimde yaşandığı ve işlevsel olmayan davranışların da sergilendiği bir sürece yol açabilmektedir:

“İnsan zihnini bir fabrikaya benzetirsek bu fabrika hammadde olarak çevreden gelen bilgiler, veriler ve algılardan bazılarını alarak işler. Diyelim ki bir bisküvi fabrikası birçok farklı şeyden hammadde alarak un, şeker, yağ gibi hammaddeleri alır, sonra da bunları işleyerek bisküviye dönüştürür. Eğer bu fabrika bir kek fabrikasıysa bu kez aynı hammaddelerden ortaya çıkan ürün kek olur. Yaşadığımız olaylar ve algılarımızı da aynı şekilde zihnimiz işler ve bir ürün ortaya koyar. Örneğin bazı kişilerin zihni yaşanan olayları ve algıları genellikle gerçeğe pek uymayan biçimde felakete dönük olarak yorumlar, başka bir kişi ise olan biten çoğu şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünür, işte bu tür düşünce işleme eğilimlerine düşünce hatası diyoruz.”2

Bireyler yaşantılarını algılamada, anlamlandırmada ve değerlendirmede kullandıkları ve “bilişsel üçlü” olarak ifade edilen ‘kendilerine, çevrelerine ve geleceğe’ yönelik sahip oldukları bu hatalı çıkarımlar ile zaman zaman farklı sorunlar yaşayabilmektedirler. Yukarıdaki örnekte de belirtildiği gibi aslında işlevsel bir etkiye sahip olan bilişsel sistemimizde meydana gelen bazı bozulmalar ve de işleyiş biçimindeki hatalar, olayları yorumlarkenki kullandığımız pencerelerin, çerçevelerin yada merceklerin aslında yaşanılanları olduğundan çok daha farklı bir şekilde görülüp değerlendirilmesine diğer bir ifadeyle gerçeğe uygun olmayacak bir çarpıtılmış gerçeklere dönüştürmesine neden olabilecektir. Bu açıdan baktığımız zaman yaşanılan olaylar ne olursa olsun aslında olaylardan daha çok olayları nasıl yorumladığımızdan çok daha fazla etkilenmekteyiz. Bu durumu Epiktetus henüz 1.yüzyıldayken ‘İnsanlar yaşadıkları olaylardan değil, bu olaylarla ilgili algılarından rahatsız olurlar’ diyerek algılayış ve yorumlama biçimlerimizin önemini vurgulamıştır3. İnsanları tedirgin eden, olan biten değil, aslında olan bitenle ilgili inandıklarıdır. Yani başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, önemli olan yaşananlar değildir, asıl önemli olan onları nasıl değerlendirip, yorumladığımızdır. İşte bu yaşadığımız olayları nasıl yorumladığımız ise hayata baktığımız pencerelerimiz çerçevesinde gerçekleşmektedir. Olayları değerlendirmede kullandığımız bu referans çerçevelerimizin uygun ve işlevsel olmaması  bu kez duygu durumumuza ve de davranışlarımıza olumsuz olarak yansıyabilecektir.

Doğuştan getirdiğimiz özelliklerimiz ile birlikte, yetiştirme biçimlerimiz, ebeveynlerimizin tutumları, büyüdüğümüz çevrenin özellikleri, açık olsun örtük olsun çevremizden almış olduğumuz mesajlar, önemli deneyimlerimiz, derinlerde izler bırakan travmatik yaşantılara sahip olmamız vs. bütün bunların hepsi bir anlamda bu yapının oluşmasında yer alan önemli kaynaklardır; ya da diğer bir ifadeyle düşüncelerimize temel oluşturan bu şemalarımızın beslenmiş olduğu toprağın ham maddeleridir. Bu yapının oluşmasında ve sonrasında da beslenip gelişmesinde çocukluktaki belki etkimiz bir yere kadardı ve de sınırlıydı; ancak artık yetişkinlik hayatımızda sahip olduğumuz bu pencelerin bizleri sıkıntıya düşürdüklerini, sorunlar yaşamamıza nasıl neden olabildiklerini görerek bunlar üzerinde bazı değişiklikler yapmanın zamanı gelmiş de geçiyor olabilir..

 

Yaralanılan kaynaklar

  1. Ak, M., Eşen, E. ve Özdengül, F. (2014). Mevlana Penceresinden Bilişsel Terapiler. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi,3 (3), 133-141.
  2. Türkçapar, M.H (2012). Bilişsel terapi: temel ilkeler ve uygulamalar. Ankara: HYB Basım Yayın.
  3. Sungur, M. (1997). Bilişsel-davranışçı terapilerin gelişim öyküsü. Psikoterapiler El Kitabı (Ed A Güngör), 50-66.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

30 + = 36