PDR Öğrenci Dayanışması Röportajı ‘Mezunuma Soruyorum’ : Uzm. Psikolojik Danışman Ferhat BAYOĞLU
Üniversite Psikolojik Danışma Merkezinde Uzman olmak
‘Psikolojik Danışma ve Rehberlik öğrencilerinin sosyal medyadaki sesi olmaya çalışan gönüllüler’ sloganı ve ilkesiyle yola çıkan ‘PDR Öğrenci Dayanışması’ adlı topluluğu “Mezunuma Soruyorum Projesi” kapsamında ‘Üniversite Psikolojik Danışma Merkezinde Uzman olmak’ teması ile keyifli bir röportaj gerçekleştik..
Benim açımdan baştan sona keyifli ve bir o kadar eğlenceli olan bu röportajı sizlerle de paylaşmak istedim..
Keyifli okumalar dileklerimle .. 🙂
”Mezunuma Soruyorum” köşemizdeki ikinci konuğumuz 12. Ulusal PDR Öğrenci Kongresi’nde ‘’Psikolojik Danışma Sürecinde İlk Görüşme’’ adlı çalıştayını veren, Anadolu Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi’nde çalışan Uzman Psikolojik Danışman Ferhat BAYOĞLU
Öncelikle merhaba, Ferhat hocam. ”Mezunuma Soruyorum” adlı köşemiz için yaptığımız röportaj teklifini kabul edip bizleri kırmadığınız için PÖD olarak sizlere teşekkür ederiz.
– Bizlere kendinizi tanıtır mısınız?
Merhabalar.. Kendimi tanıtmadan önce, öncelikle alanımıza yönelik bu ilginiz ve de duyarlılığınız için sizlere ben teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Gerçekten de bu çabanız ve emekleriniz görülmeye ve de takdir edilmeye gerek diye düşünüyorum. Bununla birlikte birçok arkadaşımızdan da zaman zaman üniversite bünyesindeki bir Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi (PDRM)’de çalışmak ile ilgili olarak sorular alıyoruz, bu anlamda sizlerin şahsında bu röportajın meslektaş adaylarımız başta olmak üzere diğer meslektaşlarımız için de faydalı olmasını ümit ediyorum.
Kendimi kısaca tanıtacak olursam eğer, Erzurum’un şirin bir ilçesi olan Pasinler’de doğdum. İlkokulu ve ortaokulu 3 okul değiştirerek ancak tamamlayabildim 🙂
Ama daha sonra üniversiteden mezun olduktan sonra ilkokulu okuduğum okul ile ortaokulda okuduğum okulda bu kez Psikolojik Danışman/Rehber Öğrt. olarak görev yapma gibi bir şansım oldu ki bu benim için gerçekten de çok ilginç ve de güzel bir deneyimdi diyebilirim. Hatta göreve ilk başladığım okulun müdürü de benim öğrenciyken müdürümdü 🙂
Bir eğitimci açısından da güzel ve farlı bir deneyim olsa gerek diye düşünüyorum. Konuyu hemen başından dağıttım farkındayım 😉 Neyse toparlayacak olursam ortaokuldan sonra bizim zamanımızda Liselere Giriş Sınavı (LGS ) vardı ve o sınavdan sonra da Bayburt Anadolu Öğretmen Lisesi’nin bir öğrenci olarak eğitim hayatım devam etti. Yatılı okulda ve ailede uzakta okumanın avantaj ve dezavantajları içerisinde geçen 4 yılın sonunda da üniversite sınavı ile artık bir üniversiteli olarak tekrar Erzurum’a dönmüştüm.. Nasıl geçtiğini anlamadığınız -tabi o yıllar geçerken hiç de size öyle gelmiyor ya 😉 – işte o 4 yılın ardından bu yıl 5.sini tamamladığım meslek hayatına MEB’de Psikolojik Danışman olarak ilk adımı attım. Şimdi hem meslek hayatım hem de akademik eğitimim Anadolu üniversitesi bünyesinde devam etmektedir.
Mesleki ve akademik çalışmalar yani eğitimlere katılmak sonra alanımızla ilgili olan bilimsel etkinliklerde yer almak dışında, seyahat etmeyi ki yakın çevremde adım ‘seyyah’a çıkmış durumdadır 😉, yeni yerler görüp keşfetmeyi –buradan mesai arkadaşlarım Ömer özer ve Ahmet Altınok’un kulaklarını çınlatmak isterim- çok severim. Bunlarla birlikte bir şeyler biriktirip, bu bir yerden bulup okuduğum başkalarına faydalı olacağını düşündüğüm bir bilgi de olabilir veya bir film ya da herhangi bir şey olabilir, paylaşmayı çok severim. Bu anlamda kendi kişisel web sitemde öncelikli olmak üzere, diğer sosyal ağlarda alanımızla ilgili olan grup ve sayfalarda elimden geldiğince paylaşımlar yapmaya veya bildiğim konularda arkadaşlara zaman zaman yardımcı olmaya çalışırım. ‘Kendimi daha fazla ve en iyi şekilde nasıl geliştirebilirim?’ ve ‘Mesleğim ile ilgili olarak başkalarına nasıl daha fazla yardımcı olabilirim?’ işte bu sorular aslında benim mesleki ve eğitim hayatımın odak noktası oldu diyebilirim.
–Hangi üniversitelerde öğrenim gördünüz?
Lisans ve yüksek lisans eğitimimi Atatürk üniversitesinde tamamladım. Bu arada akademik kariyer yapmayı düşünen arkadaşlar için yeri gelmişken söyleyeyim, eğer mümkünse ve de fırsatınız varsa, lisans-yüksek lisans veya olursa doktora eğitimlerinizi farklı üniversitelerde yapmanızı; özellikle de farklı hocalardan kazanımlar elde etmek ve farklı bakış açılarını görmek açısından, kesinlikle tavsiye ederim. En azından bu eğitimlerden birisinin farklı bir üniversite olmasını öneririm. Doktora eğitime ise İnönü Üniversitesinde başladım bir dönem sonra Anadolu Üniversitesine geçiş yaptım ve şu anda aynı zamanda bir personeli de olduğum Anadolu Üniversitesi’nde doktora eğitimime devam etmekteyim.
–Nasıl bir eğitim hayatını geride bıraktığınızı düşünüyorsunuz?
Öncelikle hızlı bir eğitim hayatı serüvenim oldu diyebilirim. Çünkü herhangi bir ara vermeden bir eğitim kademesinden diğerine doğru zaman kaybetmeden geçtim ve bu anlamda şanslı ve avantajlı olduğumu da düşünüyorum. Tabi yüksek lisansı bir yıl uzatmalı olarak 3 yılda bitirmeyi saymazsak eğer 😉 Ama genel olarak dönüp baktığımda benim açımdan yorucu ve zorlayıcı bir öğrencilik yıllarım oldu diyebilirim; çünkü gerçekten de dersleri hep önemseyen ve hayatının merkezinde dersler olan bir öğrenci olduğumu hatırlıyorum 😉
Yani bu anlamda başarılı bir öğrencilik yılları geçirdiğimi söyleyebilirim. Ama tabi ki de başarı her ne kadar göreceli bir kavram olsa da 😉, yani en azından ‘ortalamanın üstünde’ bir öğrenci olduğumu söyleyebilirim en azından öyle söylüyorlar 🙂 İlkokul ve ortaokulda okulun en’lerinde iken lisede tabiki de ‘seçilmiş’ diğer öğrenciler içinde biraz vasat kalsam da 😉 daha sonra üniversitede özellikle akademik kariyer yapmaya karar verdikten sonra derslerime birazcık (!) ağırlık vermemin sonucu olsa gerek üniversiteden bölüm birincisi olarak mezun oldum. Okul derslerine önem vermenin karşılığını da KPSS’de branşta ilk 10’a girerek almıştım aslında. Kısacası meslek hayatına paralel olarak akademik hayatımı da devam etmemi sağlayacak başarılı ama gerçekten de bir o kadar zorlu ve yorucu bir eğitim hayatını geride bıraktığımı söyleyebilirim. En azından bana öyle geliyor 🙂 Hatta bıraktım demem çok doğru olmaz; çünkü şu an doktora öğrencisi olarak hala eğitim hayatım aynı tempoda devam etmektedir 😉
–Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünü nasıl seçtiniz? PDR okumakta sizi etkileyen olay veya durum oldu mu?
Öncelikle Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünü seçmemi gerektirecek özel bir durum olmadı; çünkü açıkçası lisede görevlendirme olarak okula sadece 2 gün gelen bir hocamız dışında rol model olacak veya bir bilgi sahibi olabileceğimiz bir kimse olmamıştı. Bununla birlikte lise son sınıfa kadar kesinlikle aklımda PDR okumak ile ilgili bir düşünce yoktu; ama bildiğiniz üzere lise son sınıfta günleriniz her ne kadar sınava hazırlık ile geçse de belki sınavdan daha önemli olan ‘ne için ve hangi amaç doğrultusunda bu sınava hazırlandığınız’ kafanızda bir soru işareti olarak yer almaktadır. Bu anlamda bazı bölümlere ve puanlarına bakarsınız ya ders çalışma aralarında 😉 işte benim o zamanlar PDR ile ilgili olan bilgim, ne yazık ki PDR’nin puanının hukuk fakültesine giriş puanı kadar çok olmasındaki ilginç’likten ibaretti sadece 🙂
Bu anlamda öncelikle ailemin isteği ve biraz da dolaylı demeyeceğim doğrudan yönlendirmesi ve etkisiyle 😉 bir anda kendimi hukuk fakültesini kazanmayı öncelikli amacı gören bir öğrenci olarak bulmuştum 🙂 evet bulmuştum bulmasına da aslında ben hukuk fakültesine uygun bir kişi olmadığımı -az çok kendini tanıyan her birey gibi- ve daha farklı bir bölümün bana uygun olacağını biliyordum. Tam olarak bunun hangi bölüm olduğunu bilmesem de; yine de aklımın bir köşesinde hukuk fakültesi olmazsa eğer PDR veya Psikoloji okumak vardı ve sınavdan sonra tercihleri de bu doğrultuda oluşturmuştum. Daha sonra Hukuk fakültesini değil de PDR’yi kazandığımı öğrendiğim zaman sonuçlara gerçekten de ben sevinmiştim; ama babam birazcık buruk karşılamıştı;) Hatta öyle ki Hukuk fakültesinin olmamasına babam kadar ben üzülmemiştim diyebilirim 🙂
Sonuç olarak çok sağlıklı bir tercih döneminden geçmemiş olsam da sonuçta kendime daha uygun bir mesleği yapabileceğimi düşündüğüm ve de daha çok istediğim bölüme girmeye hak kazanmıştım.
–PDR’nin geniş iş imkanları var denilmesine rağmen çoğu mezunumuz, okullarda çalışmakta, siz üniversite bünyesinde yer alan Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi’nde çalışıyorsunuz, çalışma serüveniniz nasıl gerçekleşti, bize bundan bahseder misiniz?
-Evet, kesinlikle doğru bir saptama yani mezunlarımızın sadece bir alana sıkışmış olması durumu; çünkü şu an baktığımız zaman PDR lisans mezunlarının en çok istihdam edildiği alan MEB ve MEB’e bağlı kurumlar. Hatta şöyle ifade edeyim, bizim bölümün Eğitim Fakültesi içerisinde yer alması bir anlamda PDR’nin sadece MEB’e mahkum olarak görülmesinde etkili rol oynuyor diyebiliriz. Bir de takibi de kültürümüzde var olan tırnak içerisinde söylüyorum ‘devlette çalışmanın’ veya ‘sırtını devlete dayamanın’ da 😉 önemli etkisiyle olsa gerek, mezunlarımız kolay kolay MEB dışında bir kurumda çalışmayı düşünmüyor veya çok da tercih etmiyor diyeyim. Yani bu durum biraz şu anda bulunan şartlardan biraz da bireysel olarak beklenti ve değerlerimizden kaynaklanıyor diyebilirim. Diğer taraftan devlet kurumu yerine özel sektörde çalışıp da ciddi anlamda mesleki ya da maddi doyum (!) sağlayan meslektaşlarımız olduğunu da biliyorum; ama bu biraz da dediğim gibi hayattan ne beklediğinize, önceliklerinize ve değerlerinize göre değişmektedir.
Diğer taraftan hizmet alanlarına göre PDR hizmetlerine baktığımız zaman farklı kurumlarda PDR hizmetleri olmasına rağmen, şu an ülkemizde eğitim alanındaki PDR hizmetlerinin, Sağlık alanındaki, Sosyal Yardım alanındaki veya Güvenlik ve Adalet alanlarındaki PDR hizmetlerine göre çok baskın olduğunu görmekteyiz. Bununla birlikte yine Eğitim alanındaki PDR hizmetlerinde de eğitim basamaklarına göre MEB’in bünyesinde yer alan ortaöğretime kadar olan eğitim kurumlarında istihdamın daha fazla olduğu göze çarparken, ne yazık ki yükseköğretimde meslektaşlarımızın daha az istihdam edildiğini de açıkça görmekteyiz. Bunun en bariz örneklerinden birisi, aslında yasal olarak her üniversitede kurulmak zorunda olan PDRM’lerin sadece birkaç üniversitede aktif olarak faaliyet gösteriyor olmasıdır. Bununla birlikte önceki yıllarda çalışma koşulları (maaş, tatil vs) da meslektaşlarımızın üniversite ortamında çalışmaya sıcak bakmamalarına neden olurken; son yıllarda özellikle maaş konusundaki iyileştirme ve üniversitenin sağladığı imkanlar ve olanaklardan olsa gerek; hem lisanüstü eğitimine hem de akademik personel olmaya yönelik PDR mezunlarının yoğun bir ilgi gösterdikleri de gözden kaçmamaktadır. Ben biraz daha önce uyananlardanım diyebilirim 😉 Aslında ben MEB’de görev yaparken aynı zamanda yüksek lisansımı tamamlayanlardanım. Yani bir ayağımı üniversiteye atmıştım, belki doğru zamanın gelmesini bekliyordum diğer ayağımı atmak için 🙂 ve uzun bir süre MEB’de çalışmayı da düşünmediğimden, Anadolu Üniversitesi benim için bu doğrultuda güzel bir ilk adım olmuştu. Üniversitede akademik personel olmak isteyen arkadaşlar bazı temel koşulları sağlamak gerektiğini öncelikle bilmelidirler. Ben bu anlamda ‘fırsat gelince hazırlıksız yakalanmak yerine, önceden gerekli hazırlığımı yaparak fırsatın gelmesini beklemiştim’ diyebilirim J Bu anlamda ALES puanı (en az 70) ile birlikte akademik personel olmak için en az 50 olan dil puanı ve tabiki de lisans ortalamanız birçok yerde karşınıza çıkacaktır. Uzmanlık için ise bunlara ek olarak en az 2 yıl mesleki deneyim şartı aranmaktadır. Tabiki de bunlar başvuru yapmanız için gerekli olan ön şartlardır. Bunlar ile birlikte eğer başvurduğunuz kadro için başvuranlar içerisinden sıralamaya girerseniz, bu kez bilim sınavı/mülakat sizleri beklemektedir 😉 Bu sınavı da başarılı (!) bir şekilde geçtikten sonra bütün notların ve puanların ortalaması ile oluşan ortalama puanınız ile eğer alınacak kontenjan içerisinde olursanız artık ne mutlu size 🙂
Yani kısacası ben de bu süreçten geçtim; ama dediğim gibi bazı şeyler var ki sonradan bunları değiştirme fırsatınız olmayabiliyor, mesela lisans ortalaması gibi 😉 veya halledilmesi bazen uzun zaman alan, dil puanı sorunu gibi 😉 bu anlamda lisanstan sonra mesleki veya akademik hayatına üniversitede devam etmeyi düşünen arkadaşlar bu noktalara özellikle dikkat etmeliler diyebilirim.
Bütün bunlar ile birlikte akademik kariyer yapmanın, üniversitede akademik personel (özellikle araştırma görevlisi, uzman, okutman veya öğretim görevlisi için) olmak konusunda bir ön koşul olup olmadığı da merak edilmektedir. Bunu şöyle ifade edeyim, takip eden arkadaşlar bilirler ki akademik personel ilanlarıyoksis.gov.tr de ilan edilir ve orada başvuru şartları da yer almaktadır. Başvuru şartlarında örneğin, yüksek lisans yapıyor olmak veya yapmış olmak şartı her zaman aranmayabilir. Yani üniversiteden üniversiteye bölümden bölüme bu değişebilir; ama akademik uzman olarak bizim zamanımızda böyle bir şart yok iken; daha sonra bizim üniversiteye bağlı başka birime yine akademik uzman alımında bu kez yüksek lisans yapmış olmak şartı vardı; temel şart olan en az 2 yıl meslek deneyim ile birlikte. Yani demem o ki, akademik personel olabilmek için her zaman lisansüstü eğitim şartı aranmasa da yine de bir avantaj ve tercih sebebi olabiliyor yüksek lisans veya doktora yapmış veya hâlihazırda yapıyor olmanız 😉 Bu anlamda Uzm.Psikolojik Danışman Ömer Özer’in hazırladığı pdryükseklisans.com ileakademikpersonel.org’u özellikle lisanüstü ilanların takibi için öneririm.
–PDR’de alınan eğitimle, çalışılan kurumlarda yapılan iş arasında ciddi farklılıklar olduğu birçok öğrenci ve birçok çalışan tarafından dile getirilmekte, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Bizim alan gerçekten de derya ve deniz gibi çok geniş bir alan olduğu için, tabi ki de çalışılan kuruma veya birime göre üniversitede alınan temel eğitimin yetersiz olabileceği durumlar ile meslek yaşamımızda sık sık karşı karşıya kalabilmekteyiz. Bu anlamda ben üniversitedeki lisans eğitimini ve akademik kariyer açısından da yüksek lisans eğitimini, bir anlamda sınırların çizildiği ve mesleğimiz ile ilgili temel bilgilerin verildiği; akademik açıdan bakacak olursak da akademik bilgi ve becerilerin temelinin oluşturulduğu bir basamak olarak görüyorum. Bu anlamda sadece lisansta kazanılan bilgi ve beceriler ile bu mesleği farklı kurum ve alanlarda götürmeye çalışmak illa ki zaman zaman zor olacaktır. Bu doğrultuda, özellikle altını çiziyorum sadece popüler olan ve sadece bir kağıt parçası olarak bir belge verilen eğitimlerden kesinlikle bahsetmiyorum. Özellikle belli başlı kurum ve kuruluşlardan alınan ve sertifikasyon içeren veya yeterlilik ve yetkinlik sunan eğitimlerin, kişinin çalıştığı kurum ve ilgi duyduğu alanı da baz alması şartıyla, bireysel veya kurum olarak alınmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Kendi açımdan en azından böyle bir ihtiyacı meslek hayatımda sıkça yaşamaktayım ve gerek kendi imkânlarım ile gerekse de çalıştığım kurum aracılığıyla gidermeye ve eksikliklerimi bu eğitimler ile tamamlamaya çalışıyorum. Bu anlamda özellikle bireysel danışma uygulamaları için temel eğitimler ile birlikte süpervizyona dayalı eğitimlerin faydalı ve hatta gerekli olduğu kanaatini taşıyorum.
–Üniversite bünyesinde yer alan Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi’nde çalışan psikolojik danışmanın görevleri nedir? Artıları ve eksilerinden kısaca bahseder misiniz?
Görev tanımları ve sizden yapılması beklenilen şeyler açıktır yani en azından MEB’e göre daha net ve spesifiktir diyebilirim 😉 ve birçok Üniversite danışma merkezinde öncelikli olarak yapmanız gereken asıl göreviniz bellidir; o da bireysel danışma uygulamaları başta olmak üzere danışma süreçlerini yönetmek. Bu anlamda özellikle şu anda çalıştığım Üniversiteye bağlı Psikolojik Danışma Merkezinde, üniversite öğrencileri başta olmak üzere üniversite personeline ve de personel yakınlarına yönelik bireysel psikolojik danışma uygulamaları, yaptığımız çalışmaların temelini ve özünü oluşturmaktadır diyebilirim.
Diğer taraftan birçok prosedür ve ne yazık ki alanımızla ilgili olmayan birçok görev MEB de varken; şu an üniversite psikolojik danışma merkezinde (an azından kendi çalıştığım kurumda böyle diyebilirim;)) sizden beklenen görev tanımları daha nettir. Bu doğrultuda bireysel ve grupla psikolojik danışma uygulamaları ile birlikte merkezimizde kişisel gelişim ve yaşam becerilerine yönelik birçok seminer çalışması yıl içerisinde öğrencilerin hizmetine sunulmakta ve seminere katılan öğrencilere de katılım belgeleri rektörlük ve kurumumuz onaylı olarak verilmektedir. Bunların dışında talep edilen durumlarda yine üniversite bünyesinde veya farklı kurumlarda isteğe bağlı olarak seminer ve eğitim çalışmaları da merkezimiz uzmanları tarafınca gerçekleştirilebilmektedir. Genel olarak sizden beklenen görevler bunlardır ve dikkatinizi çektiği üzere bunlar bizim alanımızla ve özellikle de psikolojik danışma uygulamaları ile ilgili olan görev ve sorumluklardır. Bu açıdan özellikle de uygulama zenginliği ve fırsatı açısından gerçekten de Üniversite Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezlerinin çoğu kurumda bulunamayacak bir avantajı taşıdığını söyleyebilirim.
–Daha önce okul psikolojik danışmanı olarak da çalıştınız, okul psikolojik danışmanı olma ile psikolojik danışma ve rehberlik merkezinde psikolojik danışman olma durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Öncelikle öğrenciyken olsun, mezun olduktan sonra olsun ben de özellikle ‘Psikolojik Danışman’ unvanı konusunda çok duyarlıydım ve özellikle bu unvanı kullanma konusunda özen göstermeye çalışırdım. Ancak okullarda özellikle ilkokul ve ortaokulda altını çizmek istiyorum gerçek anlamda ‘psikolojik danışma’ yapmamız bu öğrencilerin gelişim dönemi özelliklerinden kaynaklı olsun, okulun fizik şartlarından veya başka nedenlerden dolayı olsun biraz daha zor oluyor. Bu anlamda okullarda belki işin Rehberlik ile ilgili olan kısmı bizler tarafından daha çok yapılmakta iken, psikolojik danışma kısmı ne yazık ki biraz ikinci planda kalabilmektedir. Ama bu demek değildir ki, okullarda hiç bireysel veya grupla danışma uygulaması yapılmıyor; biraz önce belirttiğim nedenlerden dolayı çok az ve uygulama çeşitliliği açısından sınırlı olarak ‘psikolojik danışma’ süreçleri yürütülmektedir desek daha doğru olur. Bu anlamda en başta söylediğim konuya dönecek olursak eğer, ‘evet aslında unvan önemli mi tabi ki de önemli; ama bence bir o kadar önemli olan, o unvanı taşıyacak işi yapıyor olmaktır. Bu açıdan ben danışma merkezinden çalışan bir uzman olarak merkezinde danışma uygulamaları olduğu için özellikle en çok bu konuda bir farklılık olduğunu düşünüyorum.
Diğer anlamda çalışma koşullarında da tabi ki de önemli sayılacak farklılıklar olduğunu söyleyebilirim, yani üniversiteden üniversiteye değişir bu durum ama bizim üniversite bazında söyleyecek olursam; mesela çalışma saatleri MEB’e göre daha fazladır, yaz tatili yoktur sadece devlet memurları gibi yıllık izinleriniz vardır (10 yıla kadar yılda 20 gün izin) bu gibi dezavantajları olduğu gözükse de, mesleki ve maddi doyum -akademik maaşlara yapılan iyileştirmelerden sonra;)- açısından daha doyurucu olduğunu söyleyebilirim 😉 Yani daha önce 3 yıl MEB de geçmişi olan biri olarak bunları rahatlıkla söyleyebilirim. Yine üniversiteniz sizin alanınız ile ilgili olan seminer, kongre veya sempozyumlara katılımınızı destekleyebilmektedir. Tabi ki de buradaki destekten kastım maddi olarak yol, konaklama ve katılım ücreti gibi 😉
Ben bu konunun da gerçekten de önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum.
Bununla birlikte özellikle akademik ve bilimsel ortam içerisinde olmanın da kendinizi geliştirmek ve yeni bir şeyler öğrenmek açısından sizleri güdülediğini hatta bunu bazen bir zorunluluk gibi görmeye başlayarak kendinizi daha fazla geliştirmeye zorladığınızı söyleyebilirim. Bütün bunlarla birlikte üniversite ortamında olmanın fiziksel ve olanaklar anlamda birçok olumlu katkısını yaşama fırsatını gözden kaçırmamak gerekir diye düşünüyorum 😉
–Son olarak mesleğimizin bugünü ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Meslek odalarının açılması ve meslek yasasına sahip olmanın sizce en büyük katkısı ne olur?
Mesleğimize olan ilgi her geçen gün artmakta ve gerçekten de güçlük yaşadığımız ve hatta bazen kontrolün dışına çıkacak şekilde bir gelişim sergilemektedir. Alanımıza ilgi aslında hiçbir zaman azalmadı ve hatta yine diğer meslek gruplarından birçok insanın ilgisini hala daha çekmektedir. Ancak bununla birlikte bildiğiniz üzere etik ve bilimsel olmayan uygulamalar ile de sıklıkla karşılaşmaktayız.
Diğer taraftan üniversitede lisans öğrencisi sayısı her geçen yıl artmakta ve bu durum sanki bir plan ve program dahilinde değil de, gelişi-güzel bir şekilde yapılmaktadır izlenimi ortaya koymaktadır. Bu da tabi ki de mesleğimizin geleceği açısından çok da iyi bir gelişme olarak görülmemektedir. Bütün bu gelişmeler karşısında alanımızı özellikle Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneğimiz gerekli durumlarda yasal yollarla veya farklı platformlarda savunmaya çalışmaktadır. Ama yasalarda var olan boşlukları kapatmak ve mesleki tanım olarak Psikolojik Danışma unvanına kavuşmak için meslek odası bu anlamda çok önemli ve gereklidir. Ancak şu anda ülkemizde bir meslek odası kurmak gerçekten de çok kolay gerçekleşmemektedir. Bu anlamda bildiğim kadarıyla bu konudaki çalışmalar devam etmektedir. Ben buradaki önemli bir sorunun, derneğimize kayıtlı üye sayısının ne yazık ki mezun oranına göre normalin çok altında olmasıdır. Bu durumu, mesleğimizin etkisini ve yasal platformlarda gücünü sınırlandıran bir dezavantaj olarak görüyorum.
Derneğimiz ile birlikte hocalarımızdan lisans öğrencisi arkadaşlarımıza kadar alanımıza değer ve gönül veren, bu doğrultuda sahip çıkan kitleler ile alanımız ülkemizde hak ettiği daha iyi konumlara ulaşacaktır diye umut ediyorum.. Sonuçta yaşamak da bir umuttan ibaret değil midir? 😉 Sevgi ve saygılarımla..
Bu güzel düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için ekibim adına sizlere teşekkür ederim.
Röportaj: Mücahit AKKAYA
Bir yanıt yazın